25 Temmuz 2009 Cumartesi

ZLATAN = 40 MİLYON + ETO'O + HLEB

Barcelona'nın futbolcu almaya ihtiyacı yoktu bence. Zlatan transferi ile bence hata yaptılar. Eto'o tam bir takım oyuncusuydu Zlatan ise olabildiğince tersi. Guardiola onu adam edermi 27 yaşından sonra pek sanmıyorum.Yine de bekleyip göreceğiz. Inter cephesinde ise taraftarların bir bölümü mutlu. Dedikleri şey ise futbol oynamıyoruz, topu Zlatan'a atıp gol atmasını bekliyoruz. Bence bu Inter'in her zamanki taktiği, bir çok iyi futbolcu var fakat hiç bir zaman takım oyunu yok, zevk vermiyorlar. Eto'o bunu başarabilecek mi? Bence o da hayır. Inter hiç bir zaman takım olamayacak Milan Juventus daha kötü olamadığında şampiyon oluyorlar. Ambargoları bundan, Juventus 2. liglerde oynarken Milan'ın da yaş ortalaması 40 iken ancak olabilir. Bu sene de uzak ara bir şampiyonluk yaşarlar. Ama Avrupa'da yarı finali göremezler. Mourinho ve İbrahimovic'de aynı şeylerden bahsediyor. Bu transferin nedeni Kaka+Ronaldo'dan başka bir şey değil. Real bu sene şampiyon olamaz, Mourinho seneye Real'e gelir, İtalya ligi tamamen biter...

24 Temmuz 2009 Cuma

KAMERAMAN ARKADAŞ


O maçı hatırlayan vardır da o anları hatırlayan var mıdır bilemem. 1993-1994 sezonunda Galatasaray-Spartak Moskova maçı golsüz sona ermiş ermesine ama çok da keyifli bir maçmış yaşanılanlarıyla.
Maçın hakemi olan Hollanda Futbol Federasyonu'ndan John Blanckestain'ın gay olduğu uzun süre ülke gündemini meşgul etmişti maç öncesinde ve sonrasında. Takımların sahaya çıkmasının ardından yazı tura atılacağı sırada Hayrettin'in hakemin elinden topu alıp bir türlü vermemesi, verdikten sonra da sürekli geri istemesi akıllarda kalan diğer detaylar. Oysa çok masumdur Hayrettincik. Sadece zemin kontrolü yapacaktır. Oysa biraz sabretse 1 dakika sonra maç başlayacak ve o topla fazlasıyla haşır neşir olacaktır.



Neyse. Maç başlar ve o dönemin iyi takımlarından biri Spartak Moskova dalga dalga Galatasaray kalesine akmaya başlar. Kadroda Karpin, Onopko, Nikiforov ve adını yazmayı bırak söylemenin bile zor olduğu Vladimir Bestchasnykh var. Yayıncı kuruluşlar bir maçı canlı yayınlarken mutlaka teknik direktörlere bir kamera fiksler. Fakat burada şöyle bir sıkıntı var. Maç deplasmanda olduğu için, maçı STAR TV değil, Rus kanalı çekiyor ve Rus yönetmenin teknik direktörlere fikslediği kameraman ve kuvvetle muhtemel Rus yönetmen Galatasaray'ın teknik direktörü Rainer Hollman'ı tanımıyor.



Maçın başından yaklaşık 65. dakikaya kadar Galatasaray yedek kulübesinin hemen yanındaki kameraman Ahmet Akcan'ın altından giriyor üstünden çıkıyor.





Bunu farkeden Ahmet Akcan gülümsüyor ve eliyle kameramana Hollman'ı işaret ederek, teknik direktörün kendisi olmadığını belirtiyor ve koltuğu bile olmayan yedek kulübesinde beklemeye koyuluyor.



Fakat kameraman arkadaş hala uyanamıyor ve Ahmet Akcan'ı gizlice çekmeye devam ediyor. Ahmet hoca da gaza gelmiş olacak, Hollman'dan daha çok yırtınıyor saha kenarında.



Aslında bugün yayınlansa bile gol olmamasına rağmen çok keyifli bir maçtı deplasmanda 0-0 berabere kalınan Spartak Moskova maçı. Rakibin 9 kişi kalmasına rağmen gol gelmemesi, Suat Kaya'nın 10 numarayı giymesi, o dönemin Lugano'su Stumpf'un ''rakip 9 kişi kaldı ayıp oldu, benim de atılmam lazım'' deyip hiç yoktan bir pozisyonda rakibini indirmesi ve tabiiki Abidin Aydoğdu'nun eşsiz anlatımı. Anlatılmaz izlenir diyeceğim ama sadece Spartak Moskovalı futbolcuların gördüğü kırmızı kartların repliğini yazsam heralde ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız.

İlk kırmızı kart:
- Galatasaray ani atağa kalkar ve Hakan Şükür defansı az adamla yakalar. Devamını Abidin Aydoğdu'dan dinliyoruz;
'' Şimdi Galatasaray takımı çıkıyor, topta başarı. Hayır, hayır, hayır, hayır, hayır (neye hayır?). Bir sarı kart, kırmızı kart. Rengin kartı, rengin, kartın rengi kırmızı. Şimdi Spartak Moskova takımı 10 kişi oyunu devam ettirecek.

İkinci kırmızı kart:
- 59. dakikada Galatasaray taç atışı kazanır. Onopko'ya gelir top ve oyun alanı içinde tutamaz ve topu uzaklaştırır. Fakat hakem sarı kartı olan Onopko'ya oyunu sabote ediyor diye ikinci sarı kartını çıkarır. Abidin Aydoğdu neler demiş bakalım.
''Yan hakemin bayrağı havada, Galatasaray takımı sağ taraftan köşe vuruşu kullanacak. Sarı kart ( Onopko'nun önceden sarı kartı olduğunu unutmuş gayet normal karşılıyor). Evet sarı kart. (Hakem bu arada kırmızı kartını çıkarıyor) Oooooooo (burada üzülüyor) ikinci itiraz hareket ve rakip 9 kişi. Evet kırmızı kart hem de Onopko'ya.

Güzeldi o günler..

LUCHO'NUN AY YILDIZ DÖVMESİ


Geçtiğimiz sezon oynanan Porto-Arsenal maçında farketmiştim Lucho Gonzalez'in 'Ay yıldız' dövmesini. Hatta bu konuyu o hafta yayınlanan ''Şampiyonlar Ligi Özel'' programında ele almıştım. Bir anlamı var mı bilemiyorum, babası dedesi Türk mü değil mi bilinmez bu ancak kısmetse yüzyüze öğrenilebilecek bir durum. Bu sezon Beşiktaş da Marsilya da 3. torbada olacağı için Lucho Gonzalez gelemeyecek Türkiye'ye. Olsun vuslat başka bahara artık. Lucho'nun her yeri dövme neredeyse. Fakat bir de ayak bileğinde bir dövmesi var ki o da Maradona hayranı olduğunun bir göstergesi.

CHELSEA'NİN YENİ BOMBASI


Barcelona Kobe Bryant'ı kadrosuna ekler de Chelsea rahat durur mu ? Son bomba Boston Celtics'ten Kevin Garnett. Chelsea Teknik Direktörü Carlo Ancelotti yaptığı açıklamada ''O'nu Hakan Şükür modeli pivot santrofor olarak kullanacağım'' demiş. O söylemiş biz O'nun yalancısıyız :)

SENSIBLE SOCCER 92


Az joystick kırmadık sayesinde. Oyunun en heyecanlı yerinde ikiye ayrılan, ya da tuşları basmayan joystickler, okunmamakta inat eden dandik disketler ve onu bizlere bahşeden Amiga 500'e gösterilen eşsiz hürmet. Topa vurma efektinden, adam geçmedeki inceliklere, topun direkte yankılanma sesinden muz ortalara kadar herşeyin en güzeliydi Sensible Soccer. Hala oynarım ve üzerine en kral teknolojiyi tanımam. Hele auta giden topun ardından tribünlerin önce 'uuuuu' sonra da alkış sesleri hala daha tüylerimi diken diken ediyor. Bir kere ilkti o ve tabiki en güzeliydi. Yerine de sevemedim bir türlü zaten.

REKLAM ARASI


FA(The Football Association), İngiltere Futbol Federasyonu, (başkanı Prens Charles ve rahmetli! Lady Diana'nın 27 yaşındaki oğlu Prens William'dır, kendisi aslında sıkı bir Polo tutkunu ve koyu bir Aston Villa taraftarıdır) bir reklam filmi hazırlamış. Guy Ritchie'nin çektiği Nike reklamından esinlenilmiş oldukça başarılı bir çalışma. Fakat esas oğlan bu kez çok da başarılı değil. Hani yüzüne gözüne bulaştıran türden derler ya tam o hesap.

MAHALLE BASKISI


İngilizlerin efsane oyuncusu Becks Amerika'da bu aralar mutlu değil.

IBRAHIMOVIC OLMAK


Zlatan'a özenmek için en güzel sebep tabiki Alyssa Milano. Kendisi eski beyzbolcudur. Aynı zamanda insan değildir.

23 Temmuz 2009 Perşembe

TARİHTEN BİR SAYFA #5


Fotoğraf 1987 yılına ait. Dile kolay tam 22 sene geçmiş. O imza atıldığında bu yazıyı okuyanların bir kısmı yoktu belkide hayatta. Samsunspor'da forma giydiği 115 maçta 74 gol atan Tanju Çolak Galatasaray'a kariyerinin Avrupa Gol Krallığı'nı getirecek imzayı atıyor. İmzanın ardından dönemin başkanı Ali Tanrıyar, Tanju'yu ilk kutlayan isim. Solda Ergun Gürsoy ve Şenes Erzik, sağda ise ileride taraftarın başını çok ağrıtacak olan genç! Özhan Canaydın. Yalnız arka soldaki postere takıldım. Prekazi değil mi o ?

22 Temmuz 2009 Çarşamba

GOL SEVİNÇLERİ #3


José Roberto Gama de Oliveira. Yani bilinen ismiyle Bebeto. Kariyeri boyunca tam 11 farklı takımın formasını giyen istikrar! abidesi. Fotoğraf Amerika 94'teki Hollanda ile oynanan çeyrek final maçından. Golünü atan Bebeto saha kenarına geliyor ve o gün baba olmasını Romario ve Mazinho ile böyle kutluyor. Bu fotoğraf Amerika 94 Dünya Kupası denince akla gelen ilk karelerden biri olma özelliğini hala koruyor.

KİMDİ BU KALECİ ?


Hep çocukluk hallerini sormayacağız elbette. Biraz da yaşlanmış hallerinden tahmin yürütelim. Bakalım doğru cevap kimden gelecek...

MADEM FUTBOLDAN BAHSEDIYORUZ


Blogumuzda madem ki futboldan bahsediyoruz bir anlamda Amerikan Futbolu da tam olmasa da bizim siteye en azından bir yerden uyuyor. Futbolda Altyapıya verilen önemin özellikle büyük kulüplerimizde az olduğunu sürekli konuşuruz. Hatta büyük takımlarımız kendi PAF takımlarında yer alan oyunculara A takımlarında şans vereceklerine belki de aynı özelliklere sahip olan başka bir oyuncuyu yüksek bonservis ücretleri ile transfer ederler ama o oyuncu da çoğunlukla başarılı olamaz. Altyapıya sanırım en yüksek değeri veren ülke Birleşik Devletler. Yukarıda resmini gördüğünüz Stadta bir Amerikan Futbolu Stadı ama bu Stadı NFL'de yer alan bir takım değil, Kolej Futbolunda yer alan bir üniversite olan Penn State kullanıyor. Üniversitenin kendi Stadı yani. Yaklaşık 107.000 seyirci kapasitesine sahip. Buna benzer birçok stad Kolej Futbolunda yer alan Üniversiteler tarafından kullanılıyor, hatta hatta en düşük kapasiteli stadın 35.000 kişilik olduğunu 70.000 seyirci kapasitesinden daha fazla 45 stadın da Üniversite takımları tarafından kullanıldığını da belirteyim. Ayrıca bu takımlar biletleri sezonluk olarak satıyor ve tüm sezonluk biletler kısa sürede tükeniyor. Düşünsenize üniversite takımında oyuncusunuz ve sahaya çıktığınızda tribünde 100.000 kişi var. Sizi ne kadar olumlu bir şekilde motive eder bu durum. Birleşik Devletlerde alştyapı Üniversitelerden oluşuyor ve bu destekle yetenekli oyuncular basketbolda, Amerikan Futbolunda, Beyzbolda kendilerini esas liglere geldiklerinde daha rahat gösterebiliyor. Bizde ise herhangi bir Anadolu takımının maçına bazı zamanlarda 5.000 kişi bile gitmiyor. Olimpiyat Stadında Büyükşehir Belediyesporun durumu da ortada. Bunları düşündükten sonra altyapıda PAF maçlarına giden seyirci sayısını bile konuşmamak gerekir ve altyapıdan oyuncu çıkmamasına Fatih Terim'in '' 81 ilden 81 tane futbolcu çıkaracağım '' demesine rağmen oyuncu bulamamasına şaşırmamak gerekir. Son bir not daha ; Konfederasyon Kupasında yaptıklarından sonra Birleşik Devletler artık normal futbolda da adından söz ettirmeye başlayacak gibi görünüyor....

TOPU VER EVLADIM


Tarih 26 Şubat 2002. Şampiyonlar Ligi o zaman çift grup sistemiyle oynanıyor, inanılmaz zorlu maçlar, yoğun ve yorucu tempo. İki takımla katıldığımız Şampiyonlar Ligi serüveninde Fenerbahçe 0 çekmiş, Galatasaray ise D grubunda deplasmanda yendiği Nantes'ın ardından ikinci olmuş ve gruplara katılmaya hak kazanmış.
İkinci grup maçlarına buruk bir başlangıç yapmış Sarı Kırmızılılar ve Roma'dan son dakikada yediği golle berabere tamamlamış maçı. O beraberlik 6 maçın sonunda alınacak 5 beraberliğin habercisidir adeta. Liverpool ile deplasmanda Mondragon'un devleştiği maçta berabere kalır Sarı Kırmızılılar. Sıra Kırmızılar'dadır artık, onlar geleceklerdir Ali Sami Yen'e. Silik golcü Radu Niculescu ile 71'de öne geçer Galatasaray, fakat 79' da bir taç atışından gelen topa yaptığı vuruşla Heskey bu gole cevap verir.
Buraya kadar herşey normal. Ama o maçta top toplayıcılık yapan ve Riise'nin arkasında gördüğümüz Arda Turan, Riise'ye verdiği topla belki de farkında bile olmadan Galatasaray'ın yediği golün asistini yapar. İlginç olan bir diğer nokta da maçın hakemi Urs Meier'in gözlerinin önünde topun Riise'nin ayağından taça çıkması fakat İsviçreli hakemin atışı Liverpool'a vermesidir. Belki de Galatasaray o golü yemeseydi peşpeşe ikinci sezonunda çeyrek final oynayabilecekti.

CHAMPIONS LEAGUE #1

Şampiyonlar Ligi yaklaşıyor. Gerçi grup maçlarına daha 55 gün var ama biz o havayı erken soluyanlardanız. Klasik futbolcu deyimi olarak sadece önümüzdeki maçlara bakmıyoruz tabiki. Araştırma aşamaları, maçlara hazırlık, anlatım ve ekranlara taşıma gibi görevlerden ziyade geçmişi de unutmuyoruz. Spor servisinde yapılan futbol sohbetleri unuttuğumuz detayları hatırlamamıza sebep oluyor yani bir nevi hafıza tazeleme durumu.
Buraya da yansıtacağım artık zamanla unutulan, ama aslında hep hafızalarda kalan maçları.
1998-1999 sezonunun bence Şampiyonlar Ligi'ndeki en heyecanlı, keyif veren maçıydı Camp Nou'daki Barcelona-Manchester United karşılaşması. Tarih 25 Kasım 1998. Daha ilk düdük çalar çalmaz Manchester United topu ağlarında görüyor, ama daha sonra oyunda dengeyi sağlayıp Yorke ile skorda eşitliği de sağlıyordu Manchester United. 1-1 sona eren ilk yarı futbolseverler için bir sürprizdi aslında. Çünkü iki takım da o kadar çok gol pozisyonu buluyordu ki gerek kaleciler, gerekse direkler izin vermiyordu gol sesine.
İkinci yarıda Andy Cole çıkıyor sahneye ve Camp Nou'yu sessizliğe gömüyordu adeta. Ama delikanlı Rivaldo rahat durur mu, frikikten O da dengeliyordu skoru. 5 dakikada bir gol oluyordu artık. Yorke bir kez daha çıkıyor sahneye ve skoru 3-2'ye taşıyordu. Ama dedik ya Rivaldo'nun içi rahat değil diye. Son sözü de O söylüyordu zaten.
Hala daha Şampiyonlar Ligi'nin en güzel maçlarından biri olarak hatırlanır o karşılaşma. İlginç olan nokta ise, iki takımın o sezon Şampiyonlar Ligi'nde 16 Eylül 1998'de oynadığı grubun ilk maçı da aynı skorla, yani 3-3 sona ermesiydi.

CELTIC 2009-2010 YENİ SEZON FORMALARI


Daltonlar geri döndü. Celtic Park'ta 60 bin kişiyi bu formayla düşünüyorum da stat ışıklarını yakmaya gerek kalmaz heralde. Klasik yeşil beyaz çizgilinin yanına bu kreasyonu eklemişler, güzel de etmişler. İstanbulspor geldi aklıma birden. Ne takımdı ama...

21 Temmuz 2009 Salı

YOK ARTIK DORTMUND !


Geçtiğimiz sezonun seyirci rekorunu kıran Bundesliga, kombine rekorunu da kendi bünyesinden çıkaracaktı elbette. Borussia Dortmund,eski adıyla Westfalen yeni adıyla Signal Iduna Park'ta (hatta 1 günlüğüne bile olsa Ali Sami Yen) tam 49.500 kombineye ulaşmış şu anda. Stadın kapasitesinin yarısından fazlası anlamına geliyor bu rakam. Kapasite zaten 80.552. Yetkililer kombine sayısını 51.000 ile sınırlamayı düşünüyorlarmış hatta.
Zaten aldığı istikrarsız sonuçlara rağmen tüm maçlarını dolu tribünlere oynuyordu Borussia Dortmund'lu futbolcular. Artık ''You Will Never Walk Alone'' sesleri daha gür duyulacak Westfalen Stadion'dan.

GIGGS'E BULAŞMA !


Sezon öncesi Asya turu için Malezya'ya indiklerinde, ''35 yaşıma gelmişim, şakaklarıma aklar düşmüş, hala beni niye getirirsiniz buralara?'' gibisinden bir bakış fırlatmış foto muhabirine.

ANKET SONUÇLARI


''En İyisi Hangisiydi?'' diye sormuştuk. Yeni nesil golcüleri değil de bizim zamanımızdaki ''esas golcüleri'' sunmuştuk seçenek olarak da. Bilemiyorum o zamanlar futbol daha mı zevkliydi, yoksa kendini yenileyen futbol bizlere gol sevincini bile unutturdu mu artık. Ama gollerin krallarının gol sevinçleri bile bir başkaydı. Şimdiki gibi ukala bir gol sevinci değil, kendilerini paralarcasına bir bütünleşme vardı.
Hakan Şükür ilk sırayı aldı listede. Zaten Türkiye'de gol rekorları kırmış bir ismin zirveye yerleşmesi çok da şaşırtmadı aslında bizleri. Aradan yıllar geçse de unutulmayan golleri ve fırsatçılığıyla Tanju Çolak ikinci sırada. Fenerbahçe'nin eski golcüsü yeni sportif direktörü Aykut Kocaman 3., o meşhur Metin-Ali-Feyyaz jenerasyonunun en golcü ismi Feyyaz 4., Karadeniz Fırtınası Hami ise son sırada yer buldular kendilerine.

1-Hakan Şükür (60%)

2-Tanju Çolak (17%)

3-Aykut Kocaman (12%)

4-Feyyaz Uçar (6%)

5-Hami Mandıralı (5%)

20 Temmuz 2009 Pazartesi